BİR İNTİHAR VAKASI
Saat tam 24:00. Gün boyu çalışmış, işten eve geç dönmüştü. Yorgundu. Bir bardak cin tonik hazırladı kendine. Yalnızdı. Kısa boylu, zayıf, esmer tenli, otuz beş yaşlarında idi. Geçen bir günün hesaplaşmasını yapmaya koyuldu. Dalgındı.
İşte tam o sırada çaldı telefon. Zilin ilk sesini duymadı bile. Cevap vermeye giderken ertesi gün araması gereken müşterisini düşündü.
-Alo, buyrun.
Bir kadın sesi cevap verdi. Çok hoş, insanın içini gıdıklayan bir sesi vardı.
-Sizi bu saatte rahatsız ettiğim için özür dilerim ama inanın çok önemli.
Adam bir an durakladı. Saatine baktı. Tam 24:00. Bu sesi daha önce duymadığına emindi. Belki dalga geçen biri. Telefonu kapatmayı düşündü. Ama kadının sesi çok, çok güzeldi.
-Rica ederim. Acaba tanışıyor muyuz?
-Kesinlikle hayır. Ancak sizi rahatsız etmemin sebebi şu: Beyefendi, ben kendimi öldürmeye karar verdim. Şaka yaptığımı düşünebiliriniz. Ancak bu bende bir hastalık halini aldı. Böyle bir kriz geçirdiğim anda rehberden rastgele bir numara çeviriyorum ve karşımdaki kişiye intihar edeceğim yerde randevu veriyorum ve eğer randevuya vaktinde yetişebilirse kendimi öldürmekten vazgeçiyorum.
Telefondaki ses çok ciddiydi. Kesin bir tavrı vardı. Hiç duraksamamıştı.
Adam şaşkındı. Kadının söylediklerini hızla kafasından geçirdi. Bu çeşit ruh hastalarının olduğunu duymuştu.
Telefon hattında kısa bir duraksama oldu ve kadının sesi tekrar duyuldu. Çok seksi, çok, çok güzel bir sesi vardı.
-Kanlıca vapur iskelesinde bekliyorum. Lütfen gelin. Herşey size bağlı.
Telefon kapandı. Salona geçti adam. Koltuğuna oturdu. Cin toniğinden bir yudum aldı. Kadının yüzünü hayal etmeye çalıştı. Sarı saçlı, mavi gözlü olmalı. Belki de gözleri kahverengidir ama kesinlikle güzeldi kadın o perdede.
Birden irkildi, doğruldu koltuğundan. Gazete haberleri geldi gözünün önüne: “Kanlıca vapur iskelesinin önünde bulunan esrarengiz ceset”
Ayakkabılarını, pardesüsünü giyindi. Dışarıda hafif bir yağmur vardı. Şişli’nin ara sokaklarından hızlı adımlarla geçti, ana caddeye çıktı. Boştu sokaklar, insanlar çoktan uyumuşlardı. Yağmurun sesi saatin tik takları gibi düzenliydi.
Biraz sonra boş bir taksi geçti. Durmadı. Geç kalacağını düşündü adam. Saatine baktı. Birden kadının kesin bir zaman vermediğini hatırladı. Ya da belki söylemişti ama o unutmuştu.
Takside arabesk parçalar çalıyordu. Söför çok hızlı sürüyordu, adamın istediği gibi.
-Zor iş bu beyim. Ne gecesi gündüzü, ne de yağmuru karı olur.
Cevap vermedi. Zaten duymuyordu. Yağmur hızını arttırmıştı. Silecekler bir sağa bir sola gidiyordu. İnsanlar neden intihar etmek isterler diye geçirdi içinden. Saçma bir soru. Herşey için intihar etmek isteyebilirler. Kimininse bunu yapacak cesareti yoktur. O da yapamazdı. Henüz bir iki hafta önceydi. Yalnızlıktan bunalmıştı. Bütün gün çalışıyordu ama ne ailesi vardı ne sevgilisi. Gerçek bir dostu bile yoktu. “Tanrı canımı alsa da kurtulsam” diye yalvarmıştı o zaman. Ama o kendini öldüremezdi. Korkardı bundan.
60 lira verdi taksiye. –iyi akşamlar.
İskeleye doğru yürümeye başladı. Yağmur hızını biraz daha arttırdı. Çok ıslanmıştı. Hiçbir düşünce yoktu kafasında. Adımlarını sıklaştırdı. Saatine baktı. Tam 01:30. Yüzü denize dönük kadın silüetini fark edince ona doğru yöneldi. Aralarında bir iki adım kalmıştı ki durdu. Kadın yavaşça geriye döndü. Çok güzeldi. Adam kadının gözlerine baktı, yeşil mi kahverengi mi diye? Kapkaraydı.
Cebinden çıkardığı silahı kendisine doğrultuğunda Azrail’in kara gözlerine bakıyordu hala adam. Kısa boylu, zayıf, esmer tenli, otuz beş yaşlarında idi.