ALİYE
Kazancı yokuşundaki bir evin giriş katının penceresi açıldı aniden. Kırmızı gecelik giyinmiş, saçları boyalı, yirmi beş otuz yaşlarında bir erkek kırıtarak sarktı pencereden. Allık sürülmüş yanakları, boyalı dudakları ile hemen dikkat çekiyordu. “Postacıı” diye bağırdı kadınımsı bir sesle. –Var mı bana mektup? Postacı karşı komşunun telgrafını vermekle meşguldü o sıra. Şöyle bir karıştırdı mektupları. –Yok
-Gene mi yok? Nerede kaldı bizim mektup ayol? Yoksa unuttu mu beni vefasız? Hah hah hah ha…
Pencereyi kapatıp içeri girdi. Kahkaha sesleri duyuluyordu hala. Biraz sonra kapıya çıktı. Tahta takunyalar vardı ayağında. Hemen yandaki bakkala girdi. –Yalçın amca, bana iki paket şamfıstık, bir şişe votka.
O semtte tanırlardı Aliye’yi. Ama mahallenin yabancısı iki müşteri alaylı alaylı süzdüler onu. Biri diğerinin kulağına bir şeyler fısıladadı, güldüler.
-Ne o, hiç travesti görmediniz mi ibneler? diye sataştı Aliye. İki müşteri afallayıp çıktılar dışarı. Biraz sonra kahkahayı koyverdiler. Aliye okkalı bir küfür savurdu arkalarından.
Bakkaldan çıktığında bir satıcı “sütlü mısııır” diye bağırarak iniyordu yokuşu.
-Mısırcıı, ayol mısırcı gel buraya.
Genç bir delikanlıydı satıcı.
-Yakışıklı çocuk, mısır satıyorsun demek.
-Buyur abla.
Kulağına doğru eğildi satıcının. –Bir mısır ikram etsene bana.
Delikanlı şaşırdı, etrafına bakındı. Mahalleli gülüyordu.
-Olur ama küçük veririm.
-Mersi canım, arada bir uğra. –Bak şurada oturuyorum.
Evini işaret etti. Mısırcı cavap vermeden hızla uzaklaştı.
Aliye mahallenin demirbaşıydı adeta. Evinden pek çıkmazdı. Ara sıra bakkala, kasaba inerdi. Son zamanlarda manava da iniyor. Daha doğrusu eskiden manavın genç ve güçlü çırağı telefonla gelen siparişleri Aliye’ye memnuniyetle götürürdü. Ama bir ay önceki son servisten dönmesi epey zaman alınca patron servis işine son vermişti. Aliye’nin aldırdığı yok. Ara sıra takılır. –Hakan nerede? Hiç servise yollamıyorsun artık! Sesi biraz kızgın gibidir. Mustafa Amca’nın yüzü kızarır. Hiddetli bir ifadeyle iki yana sallar başını. –Fesupanallah! kendine mi benzetecen onu da?
-Ay, merak etme, yemeyiz çocuğu. İstersen sen gel servise. İyi bahşiş veririm.
-Ulan ben… Yutar kelimeleri. Aliye’yi alt edemeyeceğini bilir. Şen bir kahkaha ile uzaklaşır o.
Bütün işlerini telefonla hallederdi. Arada sırada arıza oldu mu, en işitilmedik küfürleri duyururdu mahalleye. Telefona hat alamadığı zamanlar da bağırırdı. –Ulan, şeyini mi kastiler senin, ötsene orospu çocuğu.
Gelip gideni eksik olmazdı. Gece yatısına kalan da olurdu, yarım saatlik hatır ziyaretlerine gelenler de. Aliye’nin yaptıkları, geleni gideni, parası pulu mahallelinin dilinden eksilmezdi. Zaten dedikodu burada yaşayanların mezesiydi. Kadınlar “rezalet” diyorlardı, erkekler “valla öyle”. Ama hepsinin işine geliyordu Aliye’nin varlığı. Manavın, kasabın en yağlı müşterisiydi. Viskiler, votkolar, rakılar, sigara, kuruyemiş vs. hep bakkaldan alınıyordu. Mahallenin yeni yetmeleri ise bir ara kimseye görünmeden dalıyorlardı Aliye’nin dairesine.
Bakkal Yalçın gece yarısına kadar kapatmazdı dükkanı. Hatta bazen daha bile geçe kalırdı. Karısıyla beraber karşı evin kapıcısıydı aynı zamanda. Daha doğrusu iki ay öncesine kadar. O zaman, boşalan bir numaranın dairesini satın aldı. Kapıcılıktan istifa etti. Gecenin ilerleyen saatlerinde bazı bazı Aliye bakkala iner, bir iki bira isterdi. Yalçın, Aliye bir de mafyanın adamıyım diyen Hüseyin beraber içerlerdi. İşte o anlarda en edepsiz fıkraları anlatırdı Aliye.
Gülmekten koyu kırmızı olur yüzler, biralar ağızlardan fışkırır. Baba Hüseyin elini Aliye’nin bacaklarında gezdirir.
-Sen çok yaşa emi. Abla bir rahatsız eden olursa. Yani anlarsın ya.
İşaret parmağını yanlamasına uzatıp boğazına götürür. –Klik, anında görüntü.
Muhabbet bitince kapı kilitlenir. Bakkal Yalçın evine gider. Aliye de öyle. Hüseyin de ağır ağır yokuş yukarı yürümeye başlar. Bütün gözlerin kapandığına kanaat getirince tornistan eder.
Uzun zamandır Kazancı yokuşundan geçmiyordum. Geçenlerde işim düştü, uğradım. Eskiden kalbi varmışcasına kıpır kıpır hareketli olan mahalle durgun, sessiz. Yaşlı bir adamın ağır aksak temposu hakim daha çok. Aliye’nin çoğunlukla açık duran penceresi de kapalıydı. Sık sık duyulan kahkahalardan eser yoktu. Bakkal Yalçın görünce hal hatır sordu. –İyiyim dedim. Aliye ne yapıyor? –Kezzap dökmüşler kızın suratına dedi. –Sorma, çok kötü.
Bugün gazetenin iç sayfalarından birinde küçük bir haber gördüm. Fazla miktarda uyku ilacıyla intihar eden travestiyi yazıyordu. Yazar bir de yorum yapmış: “bildiğiniz gibi bu tip insanlar eninde sonunda intihar ediyorlar”